ANA SAYFA EĞİTİM GALERİ MATEMATİK PARKI ŞİİR BAHÇESİ BİLİÇLİ VELİ İNANÇ DÜNYASI HABERLER BULMACALAR OYUNLAR FORUM ÇEVİRMEN +FAZLASI
Sevgi Çiçekleri
bir başka kokarlar...

HABERLER

DUYDUK, DUYMADIK DEMEYİN!
AÖF ÖĞRENCİLERİNE MÜJDE!
I tarih 18.03.2013, 09:38 (UTC)
 Anadolu Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Davut Aydın, Açıköğretim Fakültesi'nde (AÖF) sınav ve sınıf geçme sisteminde ''koşullu geçme'' yönteminin uygulanmaya başlandığını belirterek, ''Sistem, çalışan öğrencimiz lehine oldu. Yıllarca bir dersimizde başarı oranımız yüzde 20'de iken şu anda yüzde 50'lere çıktı'' dedi.

Daha önce vize-final ya da vize-final-bütünleme sonuçlarına göre 100 üzerinden 50 ve üzeri puan alan öğrencilerin dersten geçtiğini, alamayanların da kaldığını hatırlatan Prof. Dr. Aydın, yeni sistemde bunun tamamen değiştiğini anlattı.
SİSTEM ÇALIŞAN ÖĞRENCİLERİN LEHİNE

Prof. Dr. Aydın, bir dersin ortalaması esas alınıp öğrencilerin ortalamalarının hesaplandığını dile getirerek, şöyle konuştu:
''Bağıl değerlendirme sistemine bağlı olarak 'koşullu geçme' ya da 'şartlı geçme' dediğimiz sistem meydana geldi. Önceki yıllarda tek dersten, mesela Matematik veya İngilizce gibi derslerden kalan öğrencilerimiz, yıllarca mezun olabilmek için bu derslerden geçmeyi bekliyordu. Şu anda öğrencimizin genel ortalaması 2,00'nin ve ders notu FF'in üzerindeyse öğrencimiz mezun olabiliyor. Dolayısıyla yeni sistemle alakalı birçok öğrencimizden olumlu yanıtlar gelmeye başladı. Sistem, çalışan öğrencimiz lehine oldu. Örgün öğrencilerin, açıköğretimden ders alabilmesinin yolu açılırken, açıköğretimöğrencilerinin de örgün eğitime geçiş olanakları artırıldı.''
 

SINAVLARA KAMERALI AYAR VERİLİYOR!
I tarih 18.03.2013, 09:36 (UTC)
 Ölçme, Seçme ve Yerleştirme Merkezi (ÖSYM), ''adil ve güvenli bir sınav sistemi'' oluşturmak için aldığı önlemlere ekleyeceği kameralı güvenlik sistemiyle sınav salonlarında yaşananları kayıt altına alacak.

Sınav kurallarının ihlal edilmesini engellemek amacıyla geçen yıl başlatılan projeyle rastgele seçilen 28 bin 600 salona kamera yerleştirildi. ÖSYM, dijital saat görünümlü kameraları ilk kez 24 Mart'ta yapılacak Yükseköğretime Geçiş Sınavı'nda (YGS) kullanacak.
SINAV GÖRÜNTÜLERİ ÖSYM'DE OLUŞTURULAN KOMİSYONCA İZLENECEK

Sadece sınav esnasında kayıt yapacak kameraların görüntüleri, sınavın ardından ÖSYM'de oluşturulan komisyonca tek tek izlenecek. Kural ihlali yaptığı tespit edilenler ÖSYM Yönetim Kurulu'na sunulacak. Kurallara uymadığı kanaatine varılan adayların sınavları geçersiz sayılacak.

Görüntülü tedbire ilişkin adaylara önceden bilgi verilecek. Dağıtılan soru kitapçıklarında ''Bulunduğunuz salon kamerayla izlenmektedir'' uyarısı yer alacak. Uygulama 2013 yılında artırılarak devam edecek.
 

BAĞIMLILARLA İLETİŞİM NASIL OLMALI
I tarih 13.03.2013, 00:04 (UTC)
 Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi Alkol ve Madde Bağımlılığı Araştırma ve Tedavi Merkezi (AMATEM) Klinik Şefi Dr. Cüneyt Evren, madde kullanan çocukların beyinlerinin değişime uğradığını ve en son noktada saldırganlaştıklarını belirterek, “Madde bağımlısı sizden bir şey talep ediyor, ne yapacaksınız? Çözüm yolu, ‘Para verelim, kurtulalım’ ya da ‘Vermeyin sakın’ demek olamaz. Buna, o koşullar içindeki kişinin karar vermesi lazım” dedi.


Son olarak Fatih’te bir vatandaşa saldırarak yüzüne tiner dökmeleriyle yeniden gündeme gelen madde bağımlılarına karşı nasıl davranılacağı konusunda AA muhabirinin sorularını cevaplandıran Evren, bağımlılık yapan maddeleri, “sigara ve alkol de dahil, uyarıcı, rahatlatıcı ya da haz verici etkisi nedeniyle kullanılmaya başlanan, bir süre sonra devamlı kullanma ihtiyacı hissedilen maddeler” olarak tanımladı.


Bu sürecin “zararlı kullanım, kötüye kullanım ve bağımlılık” diye sıralandığını ifade eden Evren, madde bağımlılığı geliştikten sonra kişinin sosyal yaşamına, aile ilişkilerine, iş, eğitim, meslek hayatına yansıyacağını, fiziksel ve ruhsal sağlığını olumsuz etkilemeye başlayacağını söyledi.


Cüneyt Evren, “Vatandaşlar madde bağımlısıyla karşılaşıldığında nasıl davranılmalı? Örneğin para isterse vermeli mi?” sorusunu şöyle yanıtladı:


“Buna cevap vermek çok zor. Bu bir risk. İnsanların canı kadar malı da önemli. Parayı vermek, aslında sorunu çözmeyecek, o para iyi bir yere de gitmeyecek. Çocuk, büyük ihtimalle o paraya uçucu madde alacak. Karşısındakinin, muhakemesi bozulmuş, madde etkisinde olan ve madde ile beyni zarar görmüş biri olduğunu düşünmesi lazım. Madde bağımlısı sizden bir şey talep ediyor, ne yapacaksınız? Çözüm yolu, ‘Para verelim, kurtulalım’ ya da ‘Vermeyin sakın’ demek olamaz.


Buna, o koşullar içindeki kişinin karar vermesi lazım. Burada önemli olan, kişinin vücut bütünlüğüne zarar gelmemesi. Dolayısıyla bu noktada da karşıdakinin normal ve sağlıklı düşünen biri olmadığını hesaba katması lazım. Madde kullanan çocukların beyinleri değişime uğruyor ve en son noktada saldırganlaşıyorlar. Vatandaş, kendini koruyacak. Bu anlamda halkın yapacağı çok bir şey yok, en azından karşısındaki kişinin şuurunun yerinde olmadığını hesaba katarak davranması gerekiyor. Bağımlı normal muhasebesini yapamıyor, belki hatırlamayacağı bir dönem yaşıyor. Belki olanları hatırlamayacak bile. Bu tür olayların çoğu gazetelere yansımıyor.”


Madde bağımlılığının önlenmesinin önemine işaret eden Evren, bu anlamda, devlete ve aileye büyük görevler düştüğünü söyledi.


Evren, “Ancak burada da şöyle bir durum var. Saldırganlığın da temelinde yatan sebep bu. Ergenlik döneminde beyin hala gelişmeye devam eder. Beynin gelişme evresinde madde kullanıyor ve beyin etkileniyor” dedi.

“DEVLETE VE AİLEYE GÖREV DÜŞÜYOR”


AMATEM’in tedavi kısmına bakan bir ekip olduğunu, madde bağımlılığı olan gençleri veya erişkinleri maddeden uzak, ayık bir yaşam sürdürebilmesini sağlamaya çalıştıklarını anlatan Evren, bağımlılık tedavisinde kişinin tedaviyi kabul etmesi gerektiğini ve kişinin rızası olmadan tedavinin mümkün olmadığını ifade etti.


Madde bağımlısı olan gençlerle konuşulduğunda çoğunun düzenli bir ailesi olmadığından yakındığını anlatan Evren, devletin, aile ortamı bozulan gençlere sahip çıkması ve aile ortamını sağlaması gerektiğini kaydetti.


Madde bağımlısı için bu sürecin örseleyici ve travmatik olduğunu, çocuğun devletin sosyal hiçbir imkanından yararlanamadığını anlatan Evren, “Yani çocuğun öncelikle korunma ihtiyacının sağlanması, bir ailenin sunacağı ihtiyaçların karşılanması gerekir. Bu çocukların öncelikle korunması lazım” dedi.


Evren, bu çocukların uzun süreli rehabilitasyon ve tedavi görebilecekleri merkezlerin olması gerektiğini ifade ederek, bunun sadece İstanbul’un sorunu olmadığını, her şehirde farklı oranlarda yaşandığını belirtti.


Cüneyt Evren, “Uzun süreli tedavi merkezleri olmalı. Türkiye’deki bu merkezlerin sayısı yeterli değil. Yeterli olsaydı bu sorunlarla bu kadar sık karşılaşmazdık. Beynin olumsuz etkilediğini de düşünürsek, gençlerin tedavi için ikna olması da zorlaşıyor. Zaten artık etkilenmiş beyin ve çocukların tedavi de çok umurunda değil, tedavinin gerektiğini düşünmüyor, farkında değiller. Bu ciddi bir engel önümüzde” diye konuştu.


Öncelikle halkın o kişilerle karşılaşmasının önlenmesi gerektiğini ifade eden Evren, “Cezalandırma anlamında söylemiyorum. Bu kişilere uygun yardım sağlanarak, o tarz bir yaşantıdan uzaklaştırılması gerekiyor” dedi.


Ailelere çok büyük sorumluluk düştüğünü belirten Evren, ailenin, çocuğu ile iyi bir iletişim içinde ve iyi örnek olması gerektiğini söyledi.


Evren, “Anne ve babanın herhangi bir madde kullanması çocuk için risk faktörü. Aile, çocuk ile iyi iletişim sağlamalı, arkadaş gibi olmalı. Çocuğunun çevresinde ne var ne yok, kimlerle arkadaşlık ediyor, bir değişiklik var mı, çok para harcıyor mu ya oda hep uyukluyor mu, madde kullandığını ya da madde kullanmaya itecek çevre edindiğini düşündüren bir şeyler var mı? Ailenin uyanık olması lazım. Bunlar için veri alabilmek için de çocuk ile iletişim içinde olması lazım” dedi.

A.A
 

ÇOCUKLARIN EN BÜYÜK SORUNU; DİKKAT EKSİKLİĞİ
I tarih 13.03.2013, 00:02 (UTC)
 Günümüz şartlarıyla yaşam çok hızlı değişti. Bu değişimden en çok etkilenen ise aileler oldu. Bireyselleşme ile ataerkil aile yapısının yıkılması ve demokratik aile sistemine geçiş ile aile bireylerinin eşit ilişki içinde olması en çok çocukları olumsuz yönde etkiledi. Yeni aile yapılanması ile çocuklar anne ve babaları ile arkadaş ilişkisi içinde oldukları için, çocuk kendi istek ve arzularını kendi belirlemeye başlar. Ebeveynler, bu istek ve arzuları şekillendirmez, gerektiği yerde sınırlandırmaz ise çocuklar bir takım problemlerle karşı karşıya kalabilir.


Daha geniş bir pencereden bakarsak, çocuklara kuralları, doğruyu, yanlışları ve bunun doğuracağı sonuçları öğreten anne ve babadır. Yetişkinlere ise kurallar koyan sınırlar getiren bazı kurumsal mekanizmalar vardır. Devlet tarafından uygulanan, adalet sistemi, hukuk sistemi dediğimiz yargı mekanizmaları vardır. Aslında daireyi daha da büyütürsek, bütün kainat için yazılmış, toplumsal kuralları, insanın temel hak ve hürriyetini içinde barındıran bir adalet sistemi oluşturulmuştur. Kısacası yetişkin bireyler için sınırları ve kuralları belirleyen kurumsal mekanizmalar varken, çocuklar için bu mekanizmaların yerini dolduracak yapı taşları anne ve babadır ve aynı zamanda onların tutumlarıdır.


Eğer bu mekanizmalar doğru çalışmaz ise yetişkin bireylerin suç işleme, kontrolsüz davranma veya başkalarının haklarını tanımada sıkıntı çektiklerini görebiliriz. Çocuklar için ise bu sınırları çizen, oto kontrolü sağlamaya yardımcı olan, temel güven duygusunu, paylaşmayı ve başkalarının haklarına saygı göstermeyi öğreten anne babadır. Eğer ebeveynler çocuklarının tutum ve davranışlarını kontrol etmeyi güvenli bir şekilde öğretmez ise çocuğun hayata uyumu o derece zor olmaktadır. Çünkü bu mekanizmaların doğru çalışmaması ile devlette adaleti sağlamak adına oluşturulan mekanizmaların doğru çalışmaması arasında büyük bir benzerlik vardır.


Ailede ters giden bazı durumlar sonucunda çocuk davranışlarında da bozulmalar olabilir. Çocuğa sınır konulmaması, kurallar konulmaması, her şeyin olabildiğince serbest yaşandığı ailelerde çocuklar değişik tepkiler verirler. Bu durum bazen çocukluk depresyonu, dikkat dağınıklığı, kaygı hali, davranım bozukluğu bazen de hiperaktivite olarak kendini gösterebilir.


Dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu kendini kontrol edememeyle belirgin ortaya çıkan gelişimsel bir bozukluktur. Diğer isimleri Minimal Beyin Zedelenmesi, Hiperkinetik Çocuk Sendromu olarak da bilinir. Hİperaktivite ve dikkat eksikliğinin nedenini anlamamıza yardımcı olacak farklı iki görüş vardır. Bir tanesi biyolojik nedenlerden kaynaklı, yani beyinde bazı fonksiyonların normal çalışmaması veya zedelenmesi ile ilgili olduğuna dair olan, (ilaç tedavisi, psikiyatrik müdahale gerektiren) görüştür. Diğeri ise tamamen anne baba tutumlarından kaynaklı olabileceği düşünülen görüş, bunda ilaç tedavisi uygulanmaz, (terapi ve anne- baba tutumları ile çalışılır). Fakat çocukta biyolojik kaynaklı nedenlerle oluşan minimal beyin hasarından kaynaklanan bir durum olsa dahi, anne baba tutum ve davranışları çok fazla önemsenmektedir.


Hiperaktivitenin 3 temel belirtisi vardır.

1-dikkat eksikliği,

2-dürtüsellik, aşırı fevrilik, düşünmeden eyleme geçme

3-çocuğun gelişim düzeyine uygun olmayacak şekilde aşırı hareketli olmasıdır.


Genel olarak dikkat çeken belirtiler aşırı hareketlilik, yerinde duramama, kıpır kıpır olma, devamlı hareket halinde olma hali olarak tanımlanır. Bir çocuğun sanki bir motor tarafından sürekli sürülüyormuşçasına hareket etmesi gibidir. Yerlerinde otururken bile elleri ayakları sürekli hareket halindedir. Bitmez tükenmez bir enerji kaynakları vardır, tepelerde dolaşır ve tehlikeli yerlere tırmanırlar.


Dürtüsel belirtiler ise okuldan kaçma, yangın çıkarma, kavga çıkarma, izinsiz para alma, çevreye zarar verme, başkalarının hak ve hukukuna saygı göstermeme halidir. Son olarak, dikkat dağınıklığı belirtileri olan çocuk ise dersi takip etme güçlüğü, ders esnasında çabuk sıkılma, çok konuşma, ders dışı meşguliyetlerle uğraşma hali içindedir. Dikkat dağınıklığı olan çocuk sınavlarda çok basit hatalar yaparak başarısız olur.


Böyle çocukların sosyal iletişim kurmada, öğrenmede güçlük yaşaması, başarılı olmaması çok rastlanılan bir durumdur. Çünkü toplum tarafından olumlu karşılanmaz. Küçük yaşlarda hiperaktif olan çocuğa sürekli haşere, yaramaz, aile terbiyesi almamış gibi yakıştırmalarda bulunulur. Aslında durumun aile terbiyesi ile bir alakası yoktur, ailenin tutum ve davranışları ile ortaya çıkan bir süreçtir.


Çocuklar doğdukları andan itibaren çeşitli taleplerde bulunurlar. Bu talepler yerine geldiği zaman kendini çok huzurlu hisseder, anne bebek arasında kurulan güvenli bağ, kucağa alınma, emzirilme, altının değiştirilmesi, gibi talep ve ihtiyaçların karşılanması ile gerçekleşir. Zamanla bebek çocukluk dönemine doğru geçer ve çeşitli taleplerde bulunur. Anne baba bu talepleri sürekli, her fırsatta ve her mekânda karşılamaya çalıştıkça, çocukta her istediğinin olmasına dair oluşabilecek beklenti sınır tanımaz bir hal alır. Oyun parkında bir çocuk ağlamasın diye bir sürü çocuk sırada beklerken, herkesten fazla süre salıncakta sallanması da buna dâhildir. Böylece kendi ailesinde engellenme ile karşılaşmamış çocuk, ilk olarak okulda kural ve sınırlarla, otorite ile karşılaşınca, dürtü bozukluğu ve dikkat dağınıklığı belirtileri gösterir. Sonrada okul rehberlik servisi tarafından psikolojik destek alması önerilir.


Bu durumla yüzleşmek aile için zordur. Çünkü destek almaya geldiklerinde de genellikle ilk söyledikleri “biz çocuğumuzun bütün istediklerini yerine getirdik, gene de böyle oldu”. Aslında çocuk yetiştirirken çare olarak düşünülen bu yöntem sorunun ta kendisidir. Çocuk sınırlarla karşılaşmalı, yaşına uygun sorumluluklar almalı, çocuk yanlış davranışları karşısında olumlanmayacağını bilmeli. Ne olursa olsun çocuk her zaman sevilesi bir varlık olduğunu ve varlığının değerli olduğunu hissetmelidir. Bir babanın çocuğuna işten eve her gelişinde bir oyuncak alması yerine, var olan oyuncakları ile birlikte oynayarak vakit geçirmesi, koskoca bir oyuncak dükkânı ile eşdeğerdedir.
 

HAZIR MEYVE SULARINA DİKKAT!
I tarih 08.03.2013, 20:53 (UTC)
 
OMÜ Fen Edebiyat Fakültesi Kimya Bölümü Öğretim Üyesi Hasan Kocaokutgen çocuklara içirilen meyve sularının içeriğine mutlaka bakılmasını istedi.
Samsun

Ondokuz Mayıs Üniversitesi (OMÜ) Fen Edebiyat Fakültesi Kimya Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Hasan Kocaokutgen, karaduttan yeşil muza, elma, armut, şeftaliden kiraza, ananastan böğürtlene kadar onlarca çeşit aroma bulunduğunu, aromaların ise kimyasal ürünler olduklarını vurguladı.

''Çocuklarımıza meyve suyu içirirken sağlıkları için doğal olanları tercih etmeliyiz'' diyen Kocaokutgen, alınan ürünün mutlaka ''içindekiler'' kısmına bakılması gerektiği uyarısında bulunarak, şunları söyledi:

''Meyve suyu alacaksak 'içindekiler' kısmına mutlaka bakmamız lazım. Meyve suyu konsantresi ya da meyve suyu, meyve suyu püresi diyorsa içinde doğal meyveler olduğunu gösterir. Ama içindekiler kısmına baktığınız zaman aroma diyorsa, doğala özdeş aroma diyorsa doğal olmayan kimyasal bir üründen söz ediliyor demektir. Sağlığımız açısından, çocuklarımızın sağlığı açısından mümkün olduça doğal olmayan gıdalardan uzak durmaya çalışmak gerekir."
 

ERKEN ERGENLİKLERE DİKKAT!
I tarih 07.03.2013, 22:05 (UTC)
  Normal şartlar altında kızlarda ergenlik10-11, erkeklerde ise 11-12 yaşlarında başlar. Kızlarda ergenliğin 8 yaşından önce, erkeklerde ise 9 yaşından önce başlaması normal değildir. Ergenliğe giriş yaşı değişik faktörlere bağlıdır. Irk, iklim şartları, cinsiyet, ailesel özellikler, beslenme, çevresel uyaranlar ergenliğe giriş yaşında belirleyicidir. Ergenliğe kızlar erkeklerden ortalama 2 yıl önce girerler. Maalesef, son yıllarda bütün dünyada ergenlik yaşı öne çekildi. Özellikle Amerika’da zencilerde, beyaz ırkta da erkene çekiliyor. Çevresel uyaranlar dediğimiz; tam olarak bilinmeyen fakat beyindeki seksüel hormonları tetikleyen faktörler var. İngiltere’de yapılan bir araştırmada; fazla televizyon seyreden çocuklarda, bu uyarının erken olduğu şeklinde bir hipotez ve bir çalışma sunuldu. Daha çok hormonlu gıdalar, o zamana kadar salgılanmayan ostrojen ve testesteronun salgılanmasına yol açabiliyor. Hipofiz dediğimiz bez, bu çevresel faktörlerin uyarıcı etki göstermesiyle erken çalışmaya başlıyor. Hormonlu gıdalar kanıtlanmış zaten. Bazı katkı maddeleri (çok yumuşak bazı plastiklerde bulunan fitalat veya bisfenol A gibi veya östrojen verilmiş hayvanların et ve sütünün fazla miktarda alınması), içinde bulunduğumuz ortamdaki dalgalar örneğin cep telefonları (kesin kanıt olmasa da hormonlar için uyarıcı olabilirler), tarımda fazla miktarda böcek ilaçlarının ve büyüme faktörlerinin kullanılması erken ergenliğe yol açıyor. Parfümler bile örneğin; afrodizyak etkisi yapıyor ve bunlar bile cinsel uyaranları arttırıyor. Televizyon, internet gibi yayınların seksüel dürtüleri erken uyarması ve erken ergenliğe yol açması gibi bilimsel bir veri yok ama davranış bozukluklarına yol açıyor, Çocuklar görerek ve yaşayarak da, hormonlar salgılanmaya başlamasa bile davranışsal olarak erken ergenlik tablosu gösteriyor. Henüz 5-6 yaşındaki bir çocuk bile, televizyonda gördüğü bir sahne yüzünden mastürbasyon yapabiliyor, soyunarak cinselliğini keşfetmeye çalışıyor.

Çocuklar hem enine, hem boyuna

Erken ergenlik tanısının bazı hormonal testler ve kemik yaşı incelemesi ile konulabilir ve böyle bir durumda ergenliği durdurmak gerektir. Özellikle kız çocuklarında daha fazla görüyoruz, erken adet görüyorlar ve boyları kısa kalıyor. Normal bir kız çocuğunda ergenliğin yani meme büyümesinin 10 yaş civarında başlaması ve 12 yaş civarında adet görmesi gerekir. Erkek çocuğun ise 12 yaş civarında ergenliğinin başlaması gerekir. Kızlarda boy uzaması adetten hemen önce hızlanır ve adetten sonra 6-7 cm daha uzarlar; erkek çocuklar ise 13-14 yaşlarında en hızlı boy artımı gösterirler ve 17-18 yaşına kadar yavaş da olsa boyları uzar. Kemiklerdeki büyüme kıkırdakları kapanınca büyüme durur. Çocukların boyunun belirlenmesinde anne-baba boyu da bir faktördür, doğumda normal kilolu olması, iklim, ergenliğe giriş yaşı, ergenliğin süresi, geçirdiği ağır hastalıklar boyunun uzamasını etkiler. Büyüme geriliği fark edildiğinde hemen önlem alınmalıdır. Yeni neslin boy ortalaması tabii ki iki kuşak öncesine göre daha uzun ama yine de anne ve babalar bu süreçleri çok iyi takip etmeli ve rutin doktor kontrollerini aksatmamalıdırlar.

Sağlıklı yeni nesiller için;

Çocuk aile ile birlikte yemek yeme alışkanlığına sahip olmalıdır.
Porsiyonlar makul ölçülerde olmalı ve aşırı porsiyonlardan kaçınılmalıdır.
Fast-food yiyeceklere haftada bir kez izin verilmelidir.
Şekerli içeceklerin tüketimi kısıtlanmalıdır. Süt tüketimine ağırlık verilmelidir.
Çocuklar televizyon ve bilgisayar başında 2 saatten fazla oturtulmamalıdır
Mutlaka, aktivite (oyun, ip atlama, top oynama) çocukların hayatlarına sokulmalıdır.
Okul yönetimleri ile “aşırı yağlı ve kalorili yemeklerin çocuklara verilmemesi konusunda işbirliğine gidilmelidir. Okul kantinleri kontrol edilmelidir.
Öğün atlanmamasına ve ara öğünler yapılmasına dikkat edilmelidir.

Uzm. Prof. Dr. Atilla Büyükgebiz
Büyüme, Ergenlik ve Çocuk Hastalıkları
 

<- Geri  1  2  3  4  5  6  7  8  9 Devam -> 
 
Free Page Rank Tool Okullar Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol